17 Ocak 2015 Cumartesi

Çiçek Bakımı



Toprağından koparılmış çiçeklerin azıcık suda, yaşam destek ünitesine mahkum bir hasta gibi acı çekmesini izlemeyi sevmediğimden evde sadece saksı çiçeği yetiştiriyorum. Onlara bakım yapmanın benim üzerimde hipnotik ve rahatlatıcı bir etkisi var.  Akabinde çok huzurlu oluyorum.

Çiçek bakımında dikkat edilmesi gereken bazı konular var: örneğin ölü çiçekleri ve yaprakları toplamak. Bunları toplamadan çiçek yeni yaprak vermiyor; verse de yenileri onca dalın, yaprağın arasından kendilerine yer açamıyorlar. Çok kuvvetli olması lazım ki varlığını devam ettirebilsin... Ayıklanması gereken, ölmüş çiçek, yaprak ve dalları çekerken bazıları kolay geliyor: onlar kesin alınması gerekenler. Bir de çiçeği düşüp dalı ölmeyenler var. Onları çekince bitki sanki acı çekiyor. Onlarla işi bitmemiş. Henüz tamamen işlevsiz hale gelmemişler. O yüzden fazla zorlamayacaksın. Bırakacaksın ki bitki o dallardan da alacağını alsın, vereceğini versin ve vedalaşsın. Sonra çiçeği nereden sulayacağın var. Mesela, bazı çiçek toprağından su istiyor, bazısı saksının altından istiyor. Eğer saksı altından su isteyen çiçeğe tepeden su verirsen yaprakları yanıyor. Sararıp düşüyor. Çok sularsan da ölüyor, az sularsan da ölüyor.  Bazı çiçeği de açsın diye korkutmak gerekiyor. "Keserim seni, atarım bak!" deyince, bir bakıyorsun o sene açıvermiş :) Demek ki hepsinin bir zamanı var. Bazen bitki olduğu yeri de beğenmeyebiliyor. Çiçek açmıyor, ya da soluyor. Ya yeterli güneş yok, ya toprağındaki azot ya da mineraller azalmış-çoğalmış; toprağı değişmeli. Problemi belirleyip eyleme geçmek gerekiyor.

Dolayısıyla, aslında, çiçek bakımından öğrenilecek çok şey var:
1) gereksiz yükleri at ki yaşamında yeni deneyimlere yer açılsın
2) gereksiz yük olarak belirlediğin şey gerçekten gereksiz yük mü? bak bakalım, kurtarılabiliyor mu.
3) atamıyor musun? çok mu acı verici, çok mu zorlanıyorsun? belki de alabileceğin her şeyi almadın ve daha öğrenmen gereken şeyler var. nasıl atacağım diye kendini atmaya zorlayacağına  neden  atamadığını, daha ne istediğini, ne kaldığını düşün.
4) ilgiyi doğru şekilde ve doğru zamanda vermezsen sonuç fos olur
5) bazen yeniliğe cesaret edebilmek için korkutulmak gerekebilir.
6) olduğun ortam senin yaşamana olanak sağlayan bir ortam değilse: yeterli su, nem, azot, güneş yoksa; ortamını değiştir.


[...]dedi Fare."Sen dünyanın iyiye gittiğine inanıyor musun?"

"İyiye ya da kötüye, kim bilebilir ki?"

Haruki Murakami- Yaban Koyununun İzinde

Hakikaten. Kim bilebilir ki?

Koyunlar

Koyun Adam

"Koyunlar kışın ne yaparlar?" diye sordu kız arkadaşım.

Elleri direksiyonda, bakıcı arkasını dönüp kıza baktı, tam anlamıyla yüzünü içti sanki, daha önce onun yüzünün hiç ayırdına varmamış gibi. Yol düzgündü, dümdüzdü, görünürde başka araba yoktu; öyle olduğu halde, sırtımdan buz gibi ter boşandı.

"Kış boyu, içeride kapalı kalırlar öylece" dedi bakıcı, sonunda bakışlarını gene yola çevirerek.

"Canları sıkılmaz mı?"

"Senin kendi yaşamından canın o kadar sıkılıyor mu ki?"

"Pek bilemeyeceğim."

"İşte koyunlar da öyle" dedi bakıcı. "Onlar böyle şeyler düşünmezler ve düşünseler de işlerine yaramaz zaten. Kışı sadece saman yiyerek, işeyerek, pisleterek, karınlarındaki bebeleri düşünerek geçirirler."

---Haruki Murakami, Yaban Koyunun İzinde---

Okuduğum en sakin ama garip bir şekilde gizemli kitaplardan biri.

5 Ocak 2015 Pazartesi

Göçmen


Yürüyor; yürümek zor,
Yüzüyor; yüzmek zor,
Koşuyor; koşmak zor.
Düşünüyor; düşünmek zor.
Her eylem zor.
Çok nemli ve yoğun bir atmosferde sürekli haricen kuvvet uygulayıp ilerlemeye çalışmak gibi...

Hep bir şeylere karşı, ama nedir o "bir şeyler"? Bulanık. Karşı olunan belirsiz olunca kurtulmak için ne yapılması gerektiği de muallak.

Bir sabah kalktı, giyindi. Gitme zamanı, dedi.

Bir şeylere karşı başka şeylerin peşinde, esasen, bir hissin ardındaydı.

Sanki, bir an ve bir yer gelecekti ve diyecekti ki: "İşte, olmak istediğim yer burası!"

Hep o yeri arıyordu. Her sabah kalkıyordu. Her gün başka yerlere göç ediyordu. Zihni topraklarda, insanlarda, havada dolaşıyor ama o, ait olacak yer bulamıyordu bir türlü.

Gerçeklik neydi sahi?

Sanki, o yeri bulduğunda her şey gerçek olacaktı. Ya da her şey tamamen gerçeküstü olacaktı, ama o da artık gerçeküstü olduğundan onun için bir şey değişmeyecekti.

Aranan bulunduğunda ne hissedilir ki? Beklentiler biter mi hiç?

Kaybedilmeden anlaşılmaz der çoğu kişi. Neden peki? Neden kaybedilmeden anlaşılmasın?

Eğer aradığını bulduğunda anlamayacaksan, sadece kaybettiğinde anlayacaksan, o zaman, aradığını bulmuş olmak sadece acı getirmez mi insana?

O, zihnini geri çekti ve uyandı tekrar. Bu sefer gerçeklik olduğunu düşündüğü gerçekliğe.

Var olup olmadığını bilmediği bir ülkenin hayaliyle... Nihayetinde, tek ülkemiz, kendimiz...

Image credit: http://shusterman.com/images/dream-3.jpg