14 Mayıs 2014 Çarşamba

Duvar ve Anka

Kimileri O'nun Habil'le Kabil'den beri orada olduğunu söylüyor. Sözde, Kabil, Habil'i kıskançlıktan öldürdüğü zaman bir anda yükselmiş yerden. Ama Kabil'e sorsak, belki de o da O'nun hep orada durduğunu iddia eder. O'nun varlığının nedeni olarak Habil'i görmüş, Habil'i ortadan kaldırırsa O'nu da yıkabileceğini düşünmüş olmalı...Kabil, Habil öldüğünde bile asıl aşmaya çalıştıgı şeyi aşamadığını görünce kendisi ne kadar yıkılmıştır; o kısmını Rab bilir. Ne de olsa kavganın asıl nedeni onun kimin hediyesini beğendiği değil miydi?

Fakat bizce de bilinen bir gerçek var ki, O oraya dikileli beri, iki taraftakiler de temkinli gözlerle süzerler berikisini. Diğer tarafa doğru hamle yapmadan, sadece bakarlar. Ya korktuklarından ya umursamadıklarından...

Zaten adını anmak şeytanı çağırmakla bir derler, aklınıza düştü mü onu aşma ateşi, artık kaçışı olmazmış. Bazıları varmış ki yanıp kora dönene dek uğraşıp durmuşlar hayatları boyunca. Böylelerinin hayatı da kısa oluyormuş ya... Ama dilden dile dolaşıyormuş hikayeleri. Nasıl kendilerini küle çevirdikleri. O yüzden kaçınmayı, yokmuş gibi davranmayı öğrenmiş denemek istemeyen diğerleri. Sadece izlemişler bocalayarak hayattan geçip gidenleri.

Kimse görmez aslında ne olduğunu, neye benzediğini; büyüklüğünü bilmez. Ama sorsan, herkes koskocaman diye başlar cümleye. Ne kadar yüksek olduğundan bahsederler. Kendilerini O'nun karşısında ne kadar küçük hissettiklerinden dem vururlar. Bazı yerlerde, ülkelerde, daha az hissedilir, ama hep oradadır. Yok sanırsın. Sanki öte tarafına ulaşabilecekmişsin gibi. Elini uzatırsın, ama çekingen, ama hevesli, sanki bir anda bir güç iter seni metrelerce öteye. E ama yoktu hani O orada? Ne oldu da, kim, ne itti seni?

Her iki taraf da denemiş aşmayı aslında O'nu. Kimileri altından geçmeye çalışmış zamanında. Tüneller açmış. Hep ileri, hep ileri. Ama bir türlü karşı taraftaki yüzeye çıkmayı becerememişler. Sanki hep tonlarca yeni toprak dökülüyormuş çıkmaya çalıştıkları yerlere. Yine de takdir edilmiş çabaları herkesçe. Kimileri uçaklar yapmış. Üstünden uçmak için O'nun. Yine de erişememişler aşağıdakilere. Yerde inecek yer bulamamışlar çünki. Ha, bir de, unutmayalım, üstüne ip atarak geçmeye çalışanlar var... Onların da elleri yorulur, kanar, su toplarmış ama durup durup yeniden denerlermiş. Fakat, tırmandıkça daha da uzarmış sanki ip. Karşı tarafa dönemezmiş bir türlü diğer ucu.

Bilenirlermiş bu yüzden her iki taraftakiler de birbirlerine. Erişemediklerinden diğerine. Derlermiş ki bizde karşıdakilerde olanlar yok. Diğer taraftakiler de habire sızlanıp dururlarmış, hiçbiri bizi anlamaya çalışmadı ki diye. Bu şekilde yüzyıllar geçmiş. Savaşlar açılmış, sonlanmış. Rejimler değişmiş, devrilmiş; yenileri, daha iyileri gelmiş ama yine de olmamış. Her iki taraf da yaşayıp ölmüş, kayıplar vermiş hayata. Yine de bir türlü bulunamamış çaresi O'nun. Yine de bitmemiş insanın doyumsuzluğu. Doyumsuzluğun kaynağının ne olduğununun ya da nereden geldiği hakkında fikirleri yokmuş ama içten içe bilmiş ki bütün insanlar, O'nu aşmadıkça mutlu ve tam olamayacaklar. Böylece sarmış ümitsizlik her yeri ve bırakmış insanlar düşünmeyi. Fakat hala aşmaya çalışanlar varmış O'nu kendilerince. Pes etmeyenler. Her çağda olduğu gibi.

Zaman bu şekilde geçedursun, Anka nicedir gökyüzünde uçmakta, olanları seyreylemekteymiş. Kerameti ise anca onu görene hasıl olurmuş. Onu görebilmek için tek gereken ise gerçek bir ümit kırıntısıymış sadece. Anka bekliyormuş zamanın gelmesini ve uçmaya devam ediyormuş ara vermeden.

Günlerden bir gün, deneyenlerden bir taraftaki, biraz da soluk almak için kafasını kaldırmış...Ve gökyüzünde seyreyleyen Anka'yı görmüş. Aklına düşmüş bir bilgi kırıntısı. Sanki biliyormuş ne yapması gerektiğini ama biraz bulanıkmış zihni. Sonra, bu hikayede Anka'nın kerameti de burada olsa gerek, Anka'yı ilk gören, kafasını çevirdiğinde, karşı tarafta O'nu aşmayı deneyenlerden bir diğerini görmüş. Normalde iki taraf da görmezmiş, göremezmiş aslında birbirini. Çünki bakmazlarmış esasen. Herkes kendi çabasına odaklı olurmuş; başarılı olmaya ve O'nu yenmeye. Ama bu sefer, bu diğeri de ona bakmış ve ilk defa, gerçekten görmüşler birbirlerini; iki taraftan da iki ayrı kişi. İlk gören başını tekrar yukarı kaldırmış. Diğeri de onun neye baktığına bakmak için onun baktığı yere çevirmiş başını ve o da görmüş Anka'yı.

Ne yapmaları gerektiğini biliyorlarmış artık. Tüm zamanların bilgisine sahip olan Anka, seslenmiş onların kalplerine ve zihinlerine. Ve Anka'yı görenler, ellerini uzatmışlar birbirlerine. Anka, nicedir süren yolculuğuna ara verip konmuş ikisinin birleşmiş olan ellerine. O an, tarihte ilk defa, O, yıkılmış bu ikisinin arasında.  O sayede işte, biz de anabiliyoruz artık adını Duvar'ın.

Görenler inanamamışlar önceleri, korkuyorlarmış hala Duvar'dan ve binyıllarla sayılan yaşından, fakat bilgiyle ışıldıyormuş bu ikisi. Sevgiyle, gerçekten birbirini görerek, birbirine bakarak, birbirini dinleyerek ve birbirlerine yardımcı olarak her engelin aşılabileceği bilgisiyle. İşte o, cesaret vermiş diğerlerine de.

Ve bu sayede, yine gelmiş umut Dünya'ya. Daha çok insan elele tutuşmuş her gün ve birbirini gerçekten görmüş. Anka, toplayabildiği tüm vesveseleri, kötü fısıltıları ve bakışları da kendisiyle beraber alıp yanarak yeniden doğmuş. Ve sonrasında tekrar görülmüş yollar ona. Çünki toplanacak bilgi bitmedi daha.

Anka tekrar havalandığında yine titremiş bilgi ağacı ve saçmış tohumlarını her yere. Bereket yine gelmiş ve gökten üç elma düşmüş yere. Biri bu masalı anlatana; anlatmak da insanı yoruyor ve acıktırıyor çünki, biri Anka'yı ilk gören iki kişiye; ikiye bölüp paylaşıp yesinler diye. Sonuncu da bu masalı okuyanlara düşmüş ki, hazmetsinler bilgisini ve yaşamaya devam etsinler diye.

*Anka: http://tr.wikipedia.org/wiki/Anka

C.



Hiç yorum yok: