Bir varmış, bir yokmuş. Gitgide büyüyüp genişleyen, koca, gri mi gri şehrin yanında öksüz bir orman bulunurmuş. Bu orman öksüzmüş çünkü ilgileneni de koruyanı da yokmuş. İnsanlar ağaçlarını kestikçe ve ormanın alanı küçüldükçe ormandaki ağaçların tek yapabildiği kendi kaderlerini beklemekmiş. Hal böyleyken, ormanda yaşayan sincaplar her geçen gün daha az fıstık ve ceviz bulabilmişler. Hepsi de ailelerinin kışı geçirmesi için çırpınır dururmuş. Bir öteye bir beriye dolanıp durur, bol meyveli ağaçlar ararlarmış. Bu sincaplar içinde bir küçük sincapçık varmış ki bu sincapçık, diğer sincaplardan biraz daha ileriye, sincap yiyen vahşi hayvanların olduğu söylenen yerlere de gitme cesaretini göstermiş. Öğrenmiş ki orada vahşi hayvanlar gündüzleri uyuyor, geceleri avlanıyor ve gündüz gidildiği sürece sincaplara bir şey olmuyor... İşte orada, o kadar bol fıstıklı ve cevizli ağaçlar bulmuş ki, topladıkça kucağı dolmuş, kucağı doldukça taşmış, topladıklarının fazlası hep yere dökülmüş.